TOSBAĞA TV

24 Kasım 2010 Çarşamba

SAN-TEZ nedir?


San-Tez Programı Nedir?

Sanayicilerimizin Ar-Ge'ye dayalı ihtiyaçlarının, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversite bilimselliği kapsamında çözüme kavuşturulması, "İnovasyon ve Ar-Ge'nin önemini kavramış kendi teknolojisini üreten ve satan, rekabet gücü ve refah seviyesi yüksek bir Türkiye" vizyonuna önemli bir katkı sağlamaktır.


Ne Zaman Başvurulabilir?

SAN-TEZ Projelerinin birinci dönem son başvuru tarihi her yılın Mart ayının 15’i, ikinci dönem son başvuru tarihi ise her yılın Ağustos ayının 15’i olarak belirlenmiş olup, bu tarihlerin hafta sonuna gelmesi halinde takip eden iş günü mesai saati sonuna kadar başvurular kabul edilmektedir.”


San-Tez Programının Hedefleri Nelerdir?

  • Üniversite-sanayi-kamu işbirliğini kurumsallaştırmak,
  • Katma değeri yüksek, teknoloji tabanlı ürün ve üretim yöntemleri geliştirilmesi desteklenerek ülkemizin dünya pazarında rekabet gücünün yükseltilmesine yardımcı olmak,
  • KOBİ'lerin teknoloji ve AR-GE kültürü edinmelerini sağlamak,
  • Özellikle, sanayimizin %98'ini oluşturan ve halen geleneksel üretim yöntemi ile çalışmaya devam eden KOBİ'lerimizi teknolojik ürün ve üretim yöntemlerini kullanmaya cesaretlendirmek,
  • Bu işletmelerin kendi öz varlıklarıyla gerçekleştiremeyecekleri AR-GE, teknoloji ve innovasyona yönelik çalışmaların hem üniversite hem de devlet desteği ile gerçekleştirilmesini sağlamak,
  • Üniversitede yapılan akademik bilginin ticarileşmesini sağlamak,
  • Akademisyenler ve üniversite mezunu gençler arasında şirketleşme kültürünü yaygınlaştırarak yenilikçi yeni şirketler doğmasını sağlamak,
  • Üniversitelerde doktora veya yüksek lisans programlarında öğrenim gören öğrencilerin tez konularının KOBİ'ler tarafından talep edilen, imalat sanayine yönelik yeni teknolojilere dayalı ürün, üretim yöntemi ve AR-GE tabanlı ihtiyaçlara yönelik olarak belirlenmesini sağlamak,
  • Bu projelerde daha fazla sayıda yüksek lisans ve doktora öğrencisinin desteklenmesini sağlayarak nitelikli eleman sayısının artırılmasına yardımcı olmak,
  • Bu projelerde çalışan tez öğrencilerinin ileride bu firmalarda AR-GE personeli olarak istihdam edilmesinin önünü açmaktır.

Projelere Sağlanacak Destek Oranı Nedir?

Desteklenmesine karar verilen SAN-TEZ projelerine Bakanlık tarafından uygulanan en yüksek destek oranı %75 olup, toplam proje bedelinin %25'inin kuruluş tarafından nakdi olarak karşılanması gerekmektedir.


San-Tez Programından Kimler Yararlanabilir?

Sektör ve büyüklüğüne bakılmaksızın firma düzeyinde katma değer yaratan, ülkemizde yerleşik işletmeler ve üniversitelerin işbirliği ile hazırlanacak projeler bu programdan yaralanabilir.


Nasıl Başvurulur?

Bu programdan yararlanmak isteyen üniversite ve kuruluş, San-Tez Proje Başvuru Dokümanına uygun şekilde hazırlanmış projesini, biri ıslak imzalı, 2 kopya halinde hazırlayarak Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğe teslim eder.


Proje başvurusunda dikkat edilecek hususlar nelerdir?

• San-Tez kapsamında yapılacak değerlendirmede Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu tarafından (BTYK) tarafından belirlenen öncelikli araştırma alanlarına yönelik projelere öncelik verilecektir.

• San-Tez kapsamında başvurusu yapılacak çalışmanın, temel ve uygulamalı araştırma aşamasını tamamlamış, deneysel araştırma aşamasına gelmiş projelere yönelik olmasına dikkat edilmelidir,

• San-Tez Programı kapsamında, üretime yönelik yatırım projeleri, pilot üretim tesisi veya merkezi laboratuar kurulmasına yönelik projeler değerlendirmeye alınmayacaktır,

• Projeler, yeni yayınlanan Proje Başvuru Dokümanında verilen sıralamaya göre hazırlanacaktır,

• Başvuru dokümanında verilen tanımlar projenin hazırlanma aşamasında bilgilendirme amaçlı olup, tanımların proje dokümanına eklenmesine gerek bulunmamaktadır.

• Proje toplam bütçesine dahil edilecek personel ödemesi ve telif ücretleri, Teknik ve Mali Kılavuzda belirtilen miktarlar çerçevesinde hesaplanacaktır. Bunun dışında bir ödeme yapılmak isteniyorsa bu ayrıca belirtilecek, ancak proje bütçesine dahil edilmeyecektir.

• Proje bütçesi, proje kapsamında alınması öngörülen makine-donanım toplam tutarı, toplam proje bedelinin %65'ini geçmeyecek şekilde planlanacaktır.


Yürütülecek Faaliyetler Nelerdir ?

  • San-Tez proje başvurusu,
  • Ön değerlendirme,
  • Değerlendirme,
  • Karar,
  • Sözleşme,
  • Ödeme işlemleri,
  • İzleme,
  • Mali inceleme ve denetim,
  • Proje sonuçlarının değerlendirilmesi

Nereden Bilgi Edinilebilir ?

T.C Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü
TOBB İkiz Kuleleri C-Blok 19. Kat Eskişehir Yolu 9. Km. 06530, ANKARA

22 Kasım 2010 Pazartesi

FATİH projesi nedir?

FATİH projesi nedir?

İstanbul için düşündüğü ve sır gibi saklanan projesi tartışma konusu olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla başlatılan, Milli Eğitim (MEB) ve Ulaştırma bakanlıklarınca ortak yürütülecek “Fatih Projesi”, sınıfları birer “teknoloji merkezi” haline getirecek. Projeyle, okullardaki bilgisayar odalarının kullanımına da son verilecek. Her öğrenci, bilgisayarı kendi sınıfında kullanacak. Üç yılda tamamlanacak proje ile 42 bin okuldaki 570 bin dersliğe dizüstü bilgisayar, projeksiyon cihazı, internet ve çok amaçlı yazıcı ve akıllı tahta sağlanacak. 
FATİH projesi nedir? 
Fırsatları Arttırma, Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) Projesi ile her sınıfta internete bağlı bir bilgisayar bulunması hedeflenecek. Daha önce okullara kurulan bilgisayar teknoloji (BT) sınıfları, proje tamamlanana kadar kullanılmaya devam edilecek. Projenin hayata geçmesiyle BT sınıflarındaki bilgisayarlar okul içerisinde dağıtılacak. 
Projede, kara tahtanın yerini akıllı tahta alacak. Öğretmenler; bilgisayar, projeksiyon cihazı, özel kalem, tahta olarak kullanılacak platform ve yazılımdan oluşan “akıllı tahtada” harita, grafik ve video gösterimleri yapabilecek. 2 milyar TL harcanacak projede köy okullarına da bilgisiyar ulaştırılacak. 
Tahta ekrandan kişisel bilgisayara 
Sınıflarda, e-kitaplarla ders yapılacak. Öğretmenler, klasik tahta yerine, doğrudan bilgisayara bağlı tahtalarla ders işleyecek. Öğrenciler, işlenen konuları, tahtadan kendi bilgisayarına aktarabilecek. Proje, Erdoğan, Nimet Çubukçu ve Binali Yıldırım’ın katılımıyla pazartesi günü tanıtılacak.

16 Kasım 2010 Salı

Chris Pirillo Kimdir ?

Christopher Joseph Pirillo (born July 26, 1973) is the founder and maintainer of Lockergnome, a network of blogs, web forums, mailing lists and online communities. He spent two years hosting the TechTV television program Call for Help, where he also hosted the first annual Call-for-Help-a-Thon. He now hosts videos on several internet sites, including CNN, YouTube, ustream.tv, and his own website.
Biography

Pirillo was born on July 26, 1973 in Des Moines, Iowa. He studied at the University of Northern Iowa, where he majored in English education. For a short time he was a 7th grade English student teacher at Coke R. Stevenson Middle School in San Antonio, Texas. He currently lives in Seattle, Washington with his two dogs, Wicket and Pixie, after whom the bots on his IRC chat room are named.Pirillo streams video of his office live 24/7 and has a large community of dedicated supporters that watch his frequently recorded videos on various tech based and non-tech based topics.
Projects

Since 2001, Pirillo has hosted Gnomedex, a yearly conference covering art, science, social media, blogs and new and emerging technologies and concepts, such as Web 2.0. Gnomedex 10 was held August 19 through August 21, 2010 in Seattle, Washington.
Pirillo Streams Live from his home office on Ustream and is one of the more popular streams, with over 5,000 people regularly watching his videos there. His live stream is the basis for YouTube videos recorded daily with a focus on software, computers, iPhone applications, operating systems, gaming and other technology-related topics and events. As of August 16, 2010, Pirillo has had over 88,000,000 views. On January 20, 2010 he reached 100,000 subscribers on his YouTube channel.
In January 2010, Chris began hosting "Help Desk with Chris Pirillo", a weekly live video call-in show on Microsoft's Channel 9 web site. At the moment, the show is only starting with the pilot and its activity is pending on the success of that pilot.
Pirillo runs several online communities. His Lockergnome blogging network has over 100,000 members. Geeks, his Ning-based social network, has over 24,000 users.
Lockergnome originally started as a technology mailing list in 1996, offering tricks and tips for operating systems and applications, software suggestions (with an emphasis on public domain and shareware software) and web site recommendations.Several mailing lists are now provided, offering technology Advice and Tips  and other content syndicated from Lockergnome's blogs and web forums, including IT Professionals  and problem solvers.
Chris Pirillo is the author of several books, including Poor Richard's E-mail Publishing, Online! The Book with John C. Dvorak and Wendy Taylor, and several ebooks.
Şimdilik ingilizce bilgi....

15 Kasım 2010 Pazartesi

İLK TELEVİZYON


Hayatımıza girmiş birçok yararlı cihaz bulunur fakat bunlardan hiçbirisi televizyon kadar popüler olamamıştır. Bazılarımız için olmazsa olmaz aygıtlardan birisidir televizyon. Olup bitenlerden en kısa sürede haberdar olabildiğimiz, önemli bir bilgi ve tabiki eğlence kaynağımızdır. Amerika‘da insanlar gününün ortalama 6 saatini sadece televizyon karşısında geçiriyor. Günümüzde bu kullanım yavaş yavaş internete doğru kaymakta ve insanların televizyona olan bağlılığı her geçen gün azalmaktadır. Televizyon üzerindeki ilk çalışmalar John Logie Baird tarafından başlamış ve 1924 yılında görüntüyü oluşturabilen ilk çalışan örneği somut olarak ortaya koyulmuştur. Fakat bu televizyon tamamen mekanik bir sistemle işlemekteydi. TV’lerin günümüzde kullandığımız tüplü(CRT) televizyon haline gelmesi Philo Taylor Farnsworth’un temelini attığı çalışmalarla sağlanmıştır. Bu nedenle televizyonu icad eden kişi olarak her iki isim de anılmaktadır.
John Logie Baird
Televizyon tarihi bundan yaklaşık 80 sene öncesine dayanır. 13 Ağustos 1888′de İskoçya’nın Helensburgh kentinde doğan ve burada büyüyen John Logie Baird, elektrik konusuna çok meraklı bir çocuktu. Evinin arka bahçesinde bulunan petrolle çalışan jeneratörden elde edilen elektrikle bütün evi aydınlatıyordu. Bu ev aynı zamanda şehirde akşamları aydınlatılan tek ev olma özelliğine sahiptir. Elektrik konusundaki merakı gün geçtikçe artan Baird, evinde bir telefon santrali kurarak dışarıdaki arkadaşlarıyla konuşma yapabiliyordu. Oldukça sınırlı kapasiteye sahip olsa da, 12 yaşında böyle bir elektrik hattını kurup, çalışmasını sağlamak herkesin başarabileceği birşey değildi.
Eğitimini Glasgow ve Batı İskoçya Teknik Koleji’nde sürdüren Baird, buradan elektrik mühendisi olarak mezun oldu. Daha sonra Glasgow Üniversitesi’nde master yaparak eğitimini devam ettiren Baird, Birinci Dünya Savaşı esnasında eğitimine ara vermek zorunda kalarak orduda çalışmak için başvurdu. Fakat sağlık sorunları nedeniyle başvurusu kabul edilmedi. Daha sonra Clyde Vadisi’ndeki Elektrik Şirketi’nde iş buldu. Burada bir süre çalışan Baird, yine sağlık problemleri nedeniyle işi bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra birkaç ufak işte çalıştıktan sonra 1922′de memleketi Sussex’e geri dönerek tamirciliğe başladı. Burada karmaşadan uzak bir ortamda kendisiyle başbaşa kalarak, hayalini kurduğu görüntü ve sesi elektronik olarak taşıma fikri üzerinde çalışmaya başladı. İlk başlarda basit bir dikiş iğnesi, bisiklet lambası ve bir teneke parçası ile birşeyler yapmaya çalışan Baird, insanlara çok uçuk gelen bu fikir üzerinde gittikçe artan heyecanla çalışmaya devam eder. Elindeki imkansızlıklarla pek birşey başaramayacağını anladığında ise, teknolojik imkanlara daha rahat ulaşabileceği Soho’ya taşınır ve burada bir laboratuvar kurar.
Burada ilk olarak bir çay kutusu üzerine yerleştirdiği ve “Televisor” diye adlandırdığı, dikiş iğnesi, kesilmiş karton ve bisküvi kutusundan oluşan düzeneği çalıştırmayı başarır ve yandaki surat görüntüsünü meydana getirir. 25 Haziran 1925′te tarihin ilk televizyon patentini alan Baird’in başarısı kısa sürede büyük ilgiyle karşılanır ve televisor adını verdiği icadını ilk kez 26 Ocak 1928′de Kraliyet Enstitüsü’ne tanıtır. Görüntüyü elektronik olarak aktarma denemeleri de sonuç verir ve bundan bir yıl sonra ilk görüntü aktarımını gerçekleştirmeyi başarır. Bu sayede 1929′da ilk televizyon istasyonunu hayata geçirir ve o dönem radyo yayını yapan BBC ile anlaşarak televizyon yayınları yapmaya başlar. İlk etapta bölgesel olarak sınırlı bir alanda yayın yapan BBC, 1930 yılında Amerika ve İngiltere‘de resmen yayına başlar. Londra’da 20 bin kişiye ulaşan büyüklükte yayın yapan John Logie Baird, kariyerinin zirvesine ulaşmış oldu.
14 Haziran 1946′da hayatını kaybeden John Logie Baird, bilinen ilk televizyonun temellerini atmıştır. Daha sonraları televizyonun elektromanyetik sistemi Philo Taylor Farnsworth tarafından değiştirilerek günümüzde kullanılan tüplü TV’ler haline gelmesinde büyük rol oynamıştır. Ama televizyonun mucitlerinden birisi olarak John Logie Baird daima anılmaya devam edilecektir.
John Logie Baird’in 25 Haziran 1925 tarihli ilk televizyon patentini görmek için: tıklayın.
Philo Taylor Farnsworth
Philo Taylor Farnsworth 19 Ağustos 1906′da ABD’nin batı eyaletlerinden Utah’da doğdu. Babası Lewis Edwin Farnsworth, eşi Serena Bastian Farnsworth ve oğlunu alarak ABD’nin Idaho eyaletine taşındı. Lewis Edwin Farnsworth burada marabacılık(ortakçılığa dayanan bir tarım işçiliği) yaparak ailesini geçindirmeye başladı. Yeni evlerine taşındıktan sonra evdeki kablolu elektrik sistemi Philo’nun dikkatini çekti ve çamaşır makinasının elle dönen kısmına bir elektrik motoru yerleştirerek çalışmasını sağladı. Zamanla genç Philo’nun elektriğe olan merakı zamanla iyice arttı ve eviyle eyalet dışı arasında ilk telefon görüşmesini gerçekleştirdi. Bilim otoriteleri tarafından da dikkate alınan Farnsworth, ailesine yardım etmek amacıyla Idaho’ya geri döndü. Burada Elma Gardner Farnsworth ile tanışıp, 1926 yılında evlendiler. Daha sonra Philo Farnsworth, televizyon üzerine yapmaya başladığı deneylerini sürdürmek için California’ya taşındı.
Farnsworth burada “Image Dissector” isimli pratik bir kamera gözü üzerinde çalışıyordu. Bu dönemde Baird’in icad ettiği mekanik televizyon, birçok hareketli parça barındırıyordu. Farnsworth tamamen elektronik bir televizyon hayalini gerçekleştirmek üzere sıkı bir çalışma yürüttü ve Farnsworth’un Image Dissector kamera tüpü 1927 yılında ilk görüntüsünü aktarmayı başardı. Fakat televizyon hala aydınlatma için karbon yay lambası kullanılıyor ve mekanik parça barındırıyordu. Farnsworth 1929 yılında buna da bir çözüm buldu ve hiçbir mekanik parça barındırmayan televizyonu icad etti. Philo Taylor Farnsworth bu büyük icadının patentini 1930 yılında aldı.
1936 yılının Kasım ayında Farnsworth İngiltere’ye hareket etti ve John Logie Baird’in şirketiyle bir anlaşma yaptı. Bu sayede BBC televizyon sistemi yenilenerek image dissector kameraya sahip oldular. Bu kamera oldukça gelişmiş bir yapıya kavuşturuldu ve televizyonlara elektron çoğaltıcı eklenerek yüksek kontrasta sahip görüntüler elde edildi. Farnsworth 14 yaşında çalışma prensibini çözdüğü image dissector televizyon kamerasını 21 yaşında çalışır hale getirmiş oldu. Farnsworth’un icad ettiği kamera teknolojisi tüplü CRT(cathode ray tube) ekranlar için esin kaynağı olmuştur. Televizyondaki gerçek hareketli görüntünün sağlanması Farnsworth sayesinde olmuş ve tüplü ekranların yapılabilmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu nedenle günümüzde kullanılan televizyonun mucidi Philo Taylor Farnsworth olarak da bilinmektedir.
Philo Taylor Farnsworth’un 26 Ağustos 1930 tarihli televizyon patentini görmek için: sayfa 123 tıklayın.
Nasıl Çalışır
Günümüzde bulunan tüplü televizyonların tamamı CRT(Cathode Ray Tube: Katot Işınlı Tüp) olarak adlandırılan bir teknolojiye sahiptir. Bu ekranlarda görüntü oluşturma sistemi yüzbinlerce ampulün bir araya getirilmesi şeklinde tarif edilebilir. Çünkü CRT ekranların yüzeyi yüzbinlerce küçük noktadan oluşmuştur. Bunlara piksel adı verilir. Piksellerin her biri ayrı şekilde aydınlatıldığından ve her biri farklı renk oluşturabildiğinden, piksellerin belirli bir düzende yanması görüntü oluşumunun kaynağıdır.
CRT ekranlar koni şeklindedir. Koninin dar ve sivri ucunda elektron tabancası bulunur. Koninin genişleyen ağzı dikdörtgen şeklini alır ve bu kısım fosfor tabakasıyla kaplıdır. Anot ve katot olarak adlandırılan terimler elektronikte artı(+) ve eksi(-) kutupları ifade eder. Bir pili örnek alacak olursak, artı uç anot, eksi uç katot olur. CRT ekranlarda katot, elektron tabancası içerisinde ısınmış bir filaman(ince tel) şeklinde yer alır.
Tüpün içi vakum bir ortamıdır yani hava bulunmaz. Katot filamanın ısınmasıyla elektronlar vakum içerisinde serbest olarak hareket edebilecek durumdadırlar ve anot ekran yüzeyiyle olan gerilim farkından dolayı elektronlar ekrana doğru bir ışın demeti halinde odaklatılarak fırlatılırlar. Ekran yüzeyindeki fosfor tabakasına çarpan elektronlar parlayarak pikselleri aydınlatır. Oluşturulan bu ışın demeti etrafında bulunan yatay ve dikey saptırma bobinleri vasıtasıyla ekranın her noktası için renk oluşturulur.
Işın demetleri elektron tabancasından üç ana renkte yayılır. Bunlar “RGB Colors” olarak bilinen Kırmızı, Yeşil ve Mavi renkleridir. Bu renklerin karışımı ile doğadaki tüm ara renkler üretilebilir. Bu renklerin %100 oranında karışımı beyaz rengi, hiç ışık yollanmaması yani karanlık da siyah rengi oluşturur. Diğer tüm ara renkler ise, bu ana renklerin değişik oranlarda karışımıyla elde edilir. Işın demeti ekrandaki fosfor tabakasına yollanırken delikli bir gölge maskesinden geçerler. Bu maske, ışının sadece kendi rengine ait olması istenilen yerlere çarpmasını sağlar. Ekrandaki her piksel üç alt piksele ayrılmıştır ve gölge maskesinden süzülerek çok hassas bir ayarlamayla geçen elektron demeti alt pikselleri ayrı ayrı aydınlatır. Sonucunda ana piksel, alt piksellerin birleşimiyle oluşan rengi yansıtır ve televizyon ekranında o renk gözükür. Bu olay çok yüksek hızda olup saniyede binlerce kez yapıldığından, alınan TV sinyali ekranda gerçek zamanlı olarak görüntü oluşumunu mümkün kılar.

CENAZE NASIL YIKANIR ?

Teneşir etrafında, önce buhur otu yakılıp üç veya beş defa dolaştırılır.    

Cenaze, örtülü olarak, tütsülenmiş teneşir üzerine, sırt üstü veya kolay olan şekilde yatırılır. Göbekle diz arası örtülü olarak yıkanır; çünkü kadının kadınlar için avret yeri, erkeğin erkekler için olan avret yeri gibidir. Teneşire, kıbleye karşı yatırmak sünnettir. 

Teneşir, göbeğe kadar yüksek ve az eğik olmalıdır. Su, pek sıcak olmamalı, tuzlu olmalıdır. Serin ve tuzlu su, çürümeyi geciktirir. Ölü, çocuk da olsa, önce abdest aldırılır; fakat ağzına, burnuna su verilmeyip, bezle temizlenir. Önce yüzü yıkanır. Sonra, kolları yıkanıp, başı, kulakları ve ensesi mesh edilir ve ayakları yıkanır. Kâfurlu suyla, bu yoksa yalnız su dökerek, başı ve sakalı, sabunla yıkanır. Sonra sol yanına çevrilip, sağ yanına su dökülür. 

Su, teneşir tahtasına değen yerlerine kadar akıtılmalı, sonra, sağ yanına yatırılıp, sol tarafına, omuzdan ayağa kadar su dökülür. Sonra oturtulup, karnı hafifçe bastırılır. Bir şey çıkarsa yıkanır, yani su döküp giderilir. Sonra sol yanına yatırıp, sağ yanı tekrar yıkanır, yani omuzdan ayağa kadar su dökülür. Böylece sünnete uygun, yani üç kere yıkanmış olur. İki yanı yıkanırken de, üç defa su dökülür.

Hasta, cünüp olarak vefat etmiş olsa da, bir defa yıkanır. Yıkandıktan sonra, abdesti bozan şeyler çıkarsa, tekrar yıkanmaz ve abdest aldırılmaz. Yalnız çıkan şeyler, su dökerek giderilir. Ölüyü yıkarken, niyet etmek sünnettir. Niyetsiz temiz olursa da, farz sakıt olmaz.

Yıkama yerine, yıkayıcılardan başkası girmez. Velisi girebilir.  

Zaruret yoksa kokmaması için morga koymak yerine çabuk gömmeli, yolcu gelecek diye bekletmemelidir. Canlıya eziyet veren şey, ölüye de verir. Bunun için, çok soğuk ve çok sıcak suyla yıkanmaz. Zemzemle yıkamak caiz değildir. Saçları dökülürse, kefeni içine konur; çünkü insanın her parçası muhteremdir, gömülür. Yıkandıktan sonra, teneşir üzerinde bezle kurulanır. Ölünün saçlarını taramak, saç, sakal, bıyık ve tırnaklarını kesmek, Hanefi’de caiz değildir. Ağız, burun ve kulak deliğine, gözlere pamuk koymak caizdir.

Su bulunmadığı zaman, teyemmüm yaptırılıp, namazı kılınır. Sonra su bulunursa, yıkanır; fakat namazı tekrar kılınmaz. Ölü yıkayacak kimsenin, önce gusletmesi müstehabdır. Cünübün ve özürlü kadının yıkaması mekruhtur. Cenaze yıkanmış su, müstamel su olur. Necis olur. Bunun için, yıkayanların üstüne sıçramaması, peştamal sarınmaları gerekir. Cenaze, yıkandıktan sonra temiz olur.

ÖLÜ KEFENLEME

Kefenleme

Ölen erkek veya kadın her müslümanın cenâzesini bütün bedenini örtecek şekilde temiz bir bez ile kefenlemek farzdır.
Erkekler üç parça kefen bezi ile kefenlenir. Kadınlarda buna bir başörtüsü ile göğüs örtüsü eklenir.
Kefenin birinci parçası gömlek gibi olur. Ölünün boyun kısmından ayaklarına kadar uzanır. Bu parçanın yakası olmaz, etrafı oyulmaz.
İkinci parça, eteklik gibidir. Ancak ölünün bedenini baştan ayağa saracak biçimde ve uzunca kesilir.
Üçüncü parça, ölünün bedeninden daha uzunca ve bütün bedeni içine alacak biçimde olur. Ölünün bedeni birinci ve ikinci parçalarla örtüldükten sonra üçüncü parça ile sarılır, baş ve ayağından düğümlenir.
Kefenin beyaz patiskadan olması iyi olur, başka cins ve renkten kefenler de olabilir.
Kadınların saçları ikiye ayrılarak ikinci parça kefen üzerinden göğsünün üzerine uzatılır. Bunun da üzerine yüzünü ve saçlarını örtecek şekilde başörtüsü konulur. Üçüncü parça kefenle bütün beden kapatılır.
Kefen parası ölenin kalan parasından karşılanır. Geriye mal bırakmayanların kefen giderleri, bakmakla yükümlü olduğu kimselerce karşılanır. Bu da mümkün olmazsa, diğer müslüman kardeşlerince karşılanması gerekir. Kadınların kefen paralarını kocaları öder.

ÖLÜ NASIL KEFENLENİR ?

Kefenleme

Ölen erkek veya kadın her müslümanın cenâzesini bütün bedenini örtecek şekilde temiz bir bez ile kefenlemek farzdır.
Erkekler üç parça kefen bezi ile kefenlenir. Kadınlarda buna bir başörtüsü ile göğüs örtüsü eklenir.
Kefenin birinci parçası gömlek gibi olur. Ölünün boyun kısmından ayaklarına kadar uzanır. Bu parçanın yakası olmaz, etrafı oyulmaz.
İkinci parça, eteklik gibidir. Ancak ölünün bedenini baştan ayağa saracak biçimde ve uzunca kesilir.
Üçüncü parça, ölünün bedeninden daha uzunca ve bütün bedeni içine alacak biçimde olur. Ölünün bedeni birinci ve ikinci parçalarla örtüldükten sonra üçüncü parça ile sarılır, baş ve ayağından düğümlenir.
Kefenin beyaz patiskadan olması iyi olur, başka cins ve renkten kefenler de olabilir.
Kadınların saçları ikiye ayrılarak ikinci parça kefen üzerinden göğsünün üzerine uzatılır. Bunun da üzerine yüzünü ve saçlarını örtecek şekilde başörtüsü konulur. Üçüncü parça kefenle bütün beden kapatılır.
Kefen parası ölenin kalan parasından karşılanır. Geriye mal bırakmayanların kefen giderleri, bakmakla yükümlü olduğu kimselerce karşılanır. Bu da mümkün olmazsa, diğer müslüman kardeşlerince karşılanması gerekir. Kadınların kefen paralarını kocaları öder.

ÖLÜ YIKAMA

Ölüyü Yıkama

Ölenin en kısa zamanda yıkanması, kefenlenmesi ve mezarına konulması gerekir.
Ölü, uygun bir yerde, ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırılarak temiz, ılık ve bol suyla yıkanır. Yıkarken sabun kullanılır, güzel kokular veren maddeler dökülür.
Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkar. Bir erkek, ölen hanımını kesinlikle yıkayamaz. Zarûret olmadıkça kadının da kocasını yıkaması uygun değildir. (Bir erkeği yıkayacak hiçbir erkek bulunmazsa zarûret gereği hanımı yıkayabilir. Çünkü vefatla beraber hanım dört ay on gün bekler. Kocasından ölüm sebebiyle hemen boşanmış sayılmaz.) En güzeli kadını kadın, erkeği de erkeğin yıkamasıdır.
Ölüyü yıkayanlar, farz olan yıkama görevini yapmaya niyet etmeli, yıkamaya besmele ile başlamalıdır.
Ölüyü yıkarken hürmet göstermeli, avret yerlerini mümkün mertebe örterek yıkama işlemi yapılmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali'nin şahsında müslümanlara hitâben, "Yâ Ali, ölü veya diri hiç kimsenin uyluğuna bakma!" buyurmuştur. Yıkanma sırasında, ölünün göbeğinden dizleri altına kadar olan kısımları uygun bir şekilde örtülür ve giysileri tamamen çıkarılır.
Yıkayıcı, eline uygun bir bez veya eldiven takar. Ölünün örtü ile kapalı bulunan yerlerini temizler. Sonra ölüye abdest aldırır. Ancak ağzına ve burnuna su vermez. Daha sonra bütün bedenini ılık su ve sabunla yıkar, havlu ile kurular.
Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez.
Ölü kapalı bir yerde yıkanır. Yıkayıcı ve yardımcılarından başkası onu görmemelidir.
Ölen müslümanın bedeni, müslüman olmayanlara bırakılmaz.
Ölenin başı ile birlikte bedeninin çoğu yoksa yıkanmaz, kefenlenmez, cenâze namazı kılınmaz. Bu gibi ölülerin kalan beden parçaları bir beze sarılarak gömülür.

ÖLÜ NASIL YIKANIR ?

Ölüyü Yıkama

Ölenin en kısa zamanda yıkanması, kefenlenmesi ve mezarına konulması gerekir.
Ölü, uygun bir yerde, ayakları kıbleye gelecek şekilde yatırılarak temiz, ılık ve bol suyla yıkanır. Yıkarken sabun kullanılır, güzel kokular veren maddeler dökülür.
Erkek ölüyü erkek, kadın ölüyü kadın yıkar. Bir erkek, ölen hanımını kesinlikle yıkayamaz. Zarûret olmadıkça kadının da kocasını yıkaması uygun değildir. (Bir erkeği yıkayacak hiçbir erkek bulunmazsa zarûret gereği hanımı yıkayabilir. Çünkü vefatla beraber hanım dört ay on gün bekler. Kocasından ölüm sebebiyle hemen boşanmış sayılmaz.) En güzeli kadını kadın, erkeği de erkeğin yıkamasıdır.
Ölüyü yıkayanlar, farz olan yıkama görevini yapmaya niyet etmeli, yıkamaya besmele ile başlamalıdır.
Ölüyü yıkarken hürmet göstermeli, avret yerlerini mümkün mertebe örterek yıkama işlemi yapılmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz, Hazret-i Ali'nin şahsında müslümanlara hitâben, "Yâ Ali, ölü veya diri hiç kimsenin uyluğuna bakma!" buyurmuştur. Yıkanma sırasında, ölünün göbeğinden dizleri altına kadar olan kısımları uygun bir şekilde örtülür ve giysileri tamamen çıkarılır.
Yıkayıcı, eline uygun bir bez veya eldiven takar. Ölünün örtü ile kapalı bulunan yerlerini temizler. Sonra ölüye abdest aldırır. Ancak ağzına ve burnuna su vermez. Daha sonra bütün bedenini ılık su ve sabunla yıkar, havlu ile kurular.
Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez.
Ölü kapalı bir yerde yıkanır. Yıkayıcı ve yardımcılarından başkası onu görmemelidir.
Ölen müslümanın bedeni, müslüman olmayanlara bırakılmaz.
Ölenin başı ile birlikte bedeninin çoğu yoksa yıkanmaz, kefenlenmez, cenâze namazı kılınmaz. Bu gibi ölülerin kalan beden parçaları bir beze sarılarak gömülür.

ÜCRETSiZ 3D ANİMASYON PROGRAMLARI

 blender , daz3d , anim8or bu üç 3d programı ücretsizdir.

BEDAVA 3D ANiMASYON PROGRAMLARI

 blender , daz3d , anim8or bu üç 3d programı ücretsizdir.

Silikon Vadisi nde Türkler Çalışıyor mu?

Oracle’da çalışan sekiz mühendis TurkAvenue San Fransisco temsilcisi Ayşe Önal Zamboğlu’nun çabalarıyla biraraya geldi. Deneyimlerini paylaştı. Oracle Silikon Vadisi’nin efsane firmalarından biri. Bundan 30 yıl önce kurulmuş olmasına karşın, kendisini sürekli yenileyerek en iyi firmalardan biri olmayı uzun seneler boyunca başarmış, oturmuş bir şirket kültürüne sahip, çalışanlarına önem veren, güzel kampüsü ile dikkat çeken, konusunda başarılı hemen her mühendisin çalışmak istediği bir şirket.
Silikon Vadisi’nin her gözde şirketinde olduğu gibi Oracle’ın genel merkezinin de çok sayıda Türk çalışanı var. Biz de güzel bir öğle vakti bize zamanını ayıran sekiz Türk arkadaşımızla biraraya geldik ve hep aklımızın bir köşesinde olan soruları birlikte cevaplamaya çalıştık.

Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musunuz? Burada kalmak için ya da TR’ye dönmek için aklınıza gelen ilk nedenler neler? 
Cihangir Aba: Bunu eşimle aramızda sürekli konuşuruz; eğer olursa ilk etapta Türkiye olmayabilir, belki bir Avrupa ülkesi olabilir. Temel neden anne-babalarımız.
Gürşat Olgun: Kısa vadede hayır, uzun vadede evet.
Zeynep Erengil Yürek:  Aklımın bir köşesinde sürekli bu soru var. Nasıl ve ne zaman döneceğimi bilmiyorum, sanırım cevabı şimdilik erteliyorum. Dönmeyi istememin en büyük sebebi aile ve arkadaşlarım.
Baki Yaşar:  Önümdeki 5 yıllık planımda Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyorum.
Tuğrul Bingöl:  Türkiye'ye dönmeyi düşünüyoruz. Bunun en önemli sebebi Türkiye'de kalan ailelerimizle daha fazla zaman geçirmek isteyişimiz. Türkiye'yi sevmemiz ve çocuklarımızın (her ne kadar şu anda çocuğumuz olmasa da) Türkiye'de en azından belirli bir süre yaşamalarını istememiz de diğer etkenler.
Kaan Baloğlu:  Türkiye'nin sosyo-politik ve ekonomik risk profili olumlu yönde değişirse ve aldığım eğitim ve kazandığım profesyonel tecrübeyi değerlendirebileceğim bir pozisyon bulabilirsem Türkiye'ye dönebilirim.
Cihangir Aba
Herkesin aklının bir köşesinde Türkiye var anlaşılan, genelde tereddüt edilen nokta profesyonel anladığım kadarıyla. Soruyu daha açık sorarsak, Türkiye'de burada yaptığınız işi yapabilir miydiniz? Profesyonel anlamda tatmin olabilir miydiniz?
Tolga Yürek -
 Burada yaptığım iş yazılım geliştirme. Dünyada en yaygın ve
en güçlü databaşe ürününün çlüster teknolojisini geliştiriyoruz. Bu gibi bir işi dünyada herhalde sadece Silikon Vadisi’nde yapabilirsiniz.
Cihangir Aba - Benim isim doğrudan yazılım geliştirme değil, EMEA bölgesine yeni ürün sunma ve lokalizasyon ile ilgili. Ben Oracle Türkiye'yi 2003 başında bıraktım. O zamanlar İstanbul ofisinde bölgesel görev yapan kimse hemen hemen hiç yoktu. Şimdi durum çok değişik; çok sayıda insan bölgesel görev yapıyor; artık daha "fiyakalı" işler var yani.
Baki YasarBaki Yaşar - 
Genelde Türkiye'deki tatilimi uzatabilmek için Oracle'in Ankara ofisinden yılda bir/iki hafta çalışıyorum. Oracle Türkiye'nin iş kültürü, ofisin atmosferi çok farklı ve daha insan ilişkileri daha yakın. Profesyonel anlamda tatmin olabileceğime inanıyorum, belki yenilikleri takip etmek Silikon Vadisi’nde daha kolay.
Gürşat Olgun - Şu anda yaptığım işin aynısını yapamazdım. Profesyonel olarak tatmin olabileceğimi tahmin etmiyorum.
Zeynep Erengil Yürek - Evet. Türkiye'de de burada yaptığım ise çok yakın ve beni tatmin edebilecek işler olduğuna inanıyorum. Silikon Vadisi'ndeki birçok pozisyon için bu geçerli olmayabilir ama ürün yöneticiliği nispeten esnek ve daha az teknik bir alan. O yüzden birebir aynı iş tanımı ya da aynı ürün yelpazesi olmasa da heyecan verici değişik ürünler ve şirketler olduğuna inanıyorum.
Kaan Baloğlu - Türkiye'de Oracle Database'i büyüklüğünde bir yazılım ürünü geliştirilmiyor. Türkiye'de çalışan arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla orada profesyonel açıdan tatmin olabileceğimi düşünmüyorum.
Tuğrul Bingöl - Şu anda Oracle veri tabanını geliştiren çekirdek bir gruptayım. Geliştirdiğimiz ürünün dünyada kullanım açısından 1 numara olduğunu, milyonlarca insan tarafından ve insanlığın yararına kullanıldığını bilmek oldukça tatmin edici. Ben Türkiye'de en son 1998 yılında Koçbank Bilgi İşlem Merkezi'nde çalışıyordum. O zaman Bilgisayar Mühendisleri için IT dışındaki işlerde çalışmak pek mümkün değildi. Yani araştırma ve geliştirme tarzı işler pek yoktu. Şu anda durum biraz değişti sanırım, o yüzden bu soruya cevap vermek zor.

Zeynep YurekSizce Türkiye'den Oracle benzeri dünya çapında bir teknoloji firmasının çıkma olasılığı nedir? 
Zeynep Erengil Yürek - Bunu görmeye benim ömrüm yetmez herhalde.
Baki Yaşar - İşletme ve yönetim kapasitesin açısından mümkün olduğuna inanıyorum.
Fakat yazılım sektörünün altyapısı ve insan kaynakları yeteneği olarak Oracle gibi bir yazılım devi kurmak artık çok zor. Belki Hindistan'ın outsourcing modeliyle geliştirdiği yazılım ve destek servis modeli daha gerçekçi olabilir.
Cihangir Aba – Bence bu ihtimal sıfır. Tüm Avrupa'da bile bir tek SAP var Oracle'a yakın ölçekte; bu saatten sonra bu büyüklüğe ulaşabilecek firma çıkamaz. Oracle'in cirosu Koç Holding'den daha fazla. Ama sorun başarılı yazılım şirketi çıkması ise o daha farklı bir soru. Kronik problemler olan, sermaye azlığı ve yazılım pazarının kısıtlılığı nasıl aşılır bilemiyorum.
Gürşar Olgun – Ben inşallah çıkar diyorum. 
Tolga Yürek - "Dünya çapında" olabilmek için bir sektörde çok uzun zaman
tecrübe ve genelde dünya pazarına ilk girenlerden olmak gerekiyor. Fakat birisi daha önce düşünülmemiş bir konuda yenilikçi bir buluşla çıkarsa, olabilir. Yalnız beyin rekabeti söz konusu. Silikon Vadisi bence sadece Amerika'yi temsil etmiyor. Dünyanın birçok ülkesinden gelen parlak mühendislerin yoğunlaştığı bir nokta. Bu yüzden Türkiye'deki bir girişimci şirketin üniversitelerimizden mezun olan en parlak gençlerimizi kaçırmaması lazım.
Kaan Baloğlu – Ben de beyin göçü sürdüğü müddetçe ve üniversitelerdeki eğitim
kalitesi Amerika standartlarına yaklaşmadığı sürece mümkün görmüyorum.
Tugrul BingolTuğrul Bingöl - Oracle benzeri şirketler çıkabilmesi için Türkiye'nın yeteri kadar iyi yetişmiş mezun vermesi, araştırma ve geliştirme konularına önem vermesi ve teknoloji konusunda yatırım yapabilecek yatırımcılara ihtiyaç var. Araştırma ve geliştirme konusunda yatırım yapmak bildiğiniz gibi çok risklidir. Yatırımınızın sonucunda bir şey kazanamayabilirsiniz. Türkiye'de birçok yatırımcı bu riski almak istemeyebiliyor. Bunun dışında okullarda öğrencilere biraz girişimcilik ruhunun aşılanması gerekiyor. Üniversiteden mezun olan bir mühendis, mühendislik bilgisinin yanında girişimcilik konusunda da eğitimli olmalı, dünyada neler olup bittiğini bilmeli. Bu şartların hepsinin şu anda Türkiye'de oluştuğunu sanmıyorum. Umuyorum yakın gelecekte bu şartlar oluşur ve Türkiye'den de dünya çapında teknoloji şirketleri çıkar.

Peki ya sizler kendi şirketinizi kurmayı düşünüyor musunuz? Türkiye'ye dönüp kendi şirketinizi başlatmayı düşünür musunuz?
Kaan BalogluKaan Baloğlu - Doğru fikri bulup doğru takımı kurabileceğime inanırsam, evet. Ama kendi şirketimi kurmadan önce kurumsal şirketlerde çalışıp tecrübe edinmenin önemli olduğuna inanıyorum. Türkiye'de şirket kurma konusuna gelince bunun için gerekli yasal ve mali altyapı Amerika'daki kadar gelişmiş değil. Amerika'daki gibi şirket kurmak isteyen girişimcilere risk sermayesi (venture capital) sağlayacak şirketler yok, ayrıca bürokratik zorluklar da çok fazla. Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde bu konularda iyileşme olursa düşünebilirim.
Cihangir Aba - Hayal olarak birgün evet; ama somut plan dersek pek birşey yok. Atlanması gereken asıl hendek insanın kendi işini kuracak cesareti bulması; Türkiye'de ya da ABD'de olması detay.
Baki Yaşar - Son 4 yılda, hey yıl Oracle Hindistan'da çalışanları ziyarete gidiyorum. Bu 4 yıl süre zarfında, Hindistan'da yazılım ve destek sektörünün inanılmaz bir sıçrama ve büyüme yaptığını gözlemledim. Buna benzer bir model izleyerek, belki ilerde bir “Outsourcing" şirketi kurmak fikri neden olmasın?” diyorum. Benim aklımdan geçen Hindistan şirket modelerini kullanıp, Avrupa'daki şirketleri Türkiye'den IT hizmetlerini "Outsourcing" olarak sunmak. En büyük engel Türkiye'deki bilişim sektörünün masrafları Hindistan'a nazaran çok yüksek.
Gürşat Olgun – Bence her mühendisin aklında olan bir şey bu ama zamanlama çok önemli. Ben Türkiye’de iş kurmayı çok isterim ama üstesinden gelinmesi gereken ayrıntı oldukça fazla.
Zeynep Erengil Yürek – Şu anda öyle bir planım yok.
Türkiye'deki teknoparklar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? 
Çetin Özbütün - İlk düşünüldüğünde cazip olmasına karşın, Oracle gibi global teknoloji şirketlerinin bundan yararlanamamasının sebebi Türkiye'de yeterince bilgisayar mühendisi olmamasıdır. Türkiye'de her yıl mezun olan bilgisayar mühendisi sayısına bakıldığında, şu andaki gereksinimi çok zor karşılıyor. Ortada bir atıl kapasite olmadığı için de yabancı teknoloji şirketlerinin teknoparklara vergi avantajından dolayı akın etmesi beklenemez. Şu anda global teknoloji şirketleri Hindistan'a, Çin'e, hatta Romanya'ya, Bulgaristan'a gidiyor çünkü bu ülkelerdeki atıl kapasite daha fazla. Üniversitelerimizden mezun olan mühendis sayısını ve mezun kalitesini arttırırsak, hem global teknoloji şirketlerinin Türkiye'ye gelme sebepleri artacak, hem de, daha da önemlisi, Türkiye'den global teknoloji şirketleri çıkabilecektir.
Cihangir Aba - Uzaktan izleyebildiğim kadarı ile iyi girişimler var ama yine aynı şeyi söyleyeceğim; sermaye azlığı (risk sermayesi dahil) ve erişilebilir pazar sorunları çok büyük bence.
Tolga Yürek - Bir arkadaşım Türkiye'ye dönüp bir teknoloji şirketi kurdu. Sanırım şirketleri bir teknoparkta ve avantajlarından oldukça memnunlar.
Baki Yaşar - Türkiye'de ODTÜ'deki teknoparkı gördüm. Güzel kurulmuş fakat şu anda mevcut sayı çok az bence. Her Üniversitenin olduğu şehirde, üniversite kampüsünün yakınına kurulabilir.

Aramızda Türkiye'de çalışmış olanlara bir soru: ABD ve Türkiye'deki çalışma kültürü arasında olumlu veya olumsuz farklılıklar gözlemliyor musunuz?
Tuğrul Bingöl -
 Burada çalışma ortamı genelde oldukça serbesttir. İşe giriş-çıkış saatlerinize pek bakılmaz, önemli olan ne ürettiğinizdir. Ayrıca özel hayata inanılmaz bir saygı vardır. Bunlar bana göre buranın avantajları. Öte yandan Türkiye'deki çalışma ortamım çok daha sıcaktı, adeta bir aile ortamında çalışıyordum. İş arkadaşlarım iş dışında da iyi arkadaşlarımdı, hatta hala birçoğuyla görüşürüm. Bunlar da sanırım bizim kültürümüzden kaynaklanan artılarımız.
Zeynep Erengil Yürek - Bunun çalıştığınız şirket ve bağlı olduğunuz yöneticiye göre değişebileceğini düşünüyorum. Gördüğüm farklılıkların başında Silikon Vadisi'ndeki çalışma saatleri ve yeri konusundaki esneklik geliyor. Burada toplantıları kaçırmadığınız, ulaşılabilir olduğunuz ve işinizi düzgün ve zamanında yaptığınız sürece nereden ve hangi saatler arasında çalıştığınızın çok büyük önemi yok. Aslında bu şekilde iş ve özel hayatınızın sınırları silikleşiyor ama doğru kullanılabildiği takdirde iyi bir seçenek. İkinci bir fark ise burada çalışanların daha fazla insiyatif alması, buna teşvik edilmeleri ve fikir ayrıcalıklarının rahatça tartışılması. Son olarak değinmek istediğim farklılık takım çalışmasının Türkiye'de daha başarılı olması. Kültürümüzden kaynaklanıyor, bu konuda motive olmamız daha kolay herhalde. Bireysel olarak ilerlerken ekibin hedefinden de sapmadan aynı noktaya doğru hareket etmeyi daha iyi başarıyoruz.
Cihangir Aba – Bence çalışma kültürü diye bir şeyi genellemek çok doğru değil, kaldı ki Türkiye'deki çalışma ortamları da çok zenginlik gösteriyor ve çalışma yasaları ve alışkanlıkları hızla değişiyor.
Tolga YurekTolga Yürek - Ben Türkiye'de bir bankanın bilgi işlemin merkezinde bir yıl kadar çalıştım. Tecrübe kazanmak için yeterli bir süre değildi. Benim izlenimim oradaki insanların mesai saatlerine çok bağımlı olmaları idi. Burada ise kaçta gelip kaçta gittiğinize kimse karışmıyor. Ama fazla mesai diye birşey de yok. Yazılım mühendisliği için bence buradaki kültür daha uygun ve tercih edilir. Diğer iş alanlarını bilemem.

ABD'deki Türkleri profesyonel anlamda bir araya getirmeye çalışan grupların önemine inanıyor musunuz? Olanları yeterli buluyor musunuz?
Cihangir Aba -
 Önemine tabii ki inanıyorum, ama yeterince ilgilendin mi derseniz mahçup bir cevap vermek zorundayım.
Tuğrul Bingöl – Ben de bu grupların önemine inanıyorum. Olanlar yeterli değil ama bu durum bu grupları yönetmeye çalışan insanların suçu değil bana göre. Genelde bu tür gruplara katılım yüksek olmuyor. Bu söylediğim ABD'deki tüm Türk-Amerika oluşumları için geçerli esasında. Bir şekilde birçok Türk kendini bu oluşumların dışında tutmak istiyor.
Baki Yaşar – Bu tip grupların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer milletlerin çok başarılı grupları var bu tip amaca hizmet eden, Hintlilerin mesela. Maalesef benim ABD'deki Türkleri biraraya getiren grupların faaliyetlerine katılma fırsatım olmadı.
Cetin OzbutunÇetin Özbütün – Elbette önemli bu tip oluşumlar, ancak bu grupların başarılı ve sürekli olması bölgedeki (bizim durumumuzda Türklerin) sayıyla doğrudan ilintili. Türkler de sayıca çoğaldığında bu grupların sayısında artış olacağına ve grupların sürekli olacaklarına inanıyorum.
Kaan Baloğlu - Bence bu gruplar, Silikon Vadisı'ndeki kariyer fırsatlarının çabuk bir şekilde duyrulması açısından önemli. Hergün yeni şirketlerin kurulduğu, mevcut şirketlerde yeni pozisyonların açıldığı bir ortamda bir insanın tek başına her şeyi takip etmesi çok zor. Böyle organizasyonlar iş arayan ya da iş değiştirmek isteyenlerin önlerindeki fırsatları görmesine yardımcı olabilir. Şu anda Amerika'da çalışmakta olup Türkiye'ye dönmek isteyenlerin Türkiye'deki şirketlerle temasa geçmeleri de sağlanabilir. Uzun yıllardır Amerika'da çalışmış olanlar tecrübelerini daha kariyerlerinin başındakilerle paylaşıp bir tür 'career coaching' hizmeti sunabilirler. Takip ettiğim kadarıyla bütün bunları sağlayan bir organizasyon yok.

TurkAvenue – Hepinize Turk of America adına vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Sizlerle birlikte Silikon Vadisi’nin Türkleri yazılarımızın ikincisini gerçekleştirmiş olduk, daha bir çok güzel haberi paylaşmak dileğiyle diyoruz, tekrar teşekkürler.

KİM KİMDİR?
Çetin Özbütün - Hacettepe Bilgisayar Bilimleri Bölümü’nden mezun olduktan sonra Brown Üniversitesi'den aynı alanda master derecesini aldı. 18 yıldır Oracle'da çalışıyor. 6 yıl Oracle'in ana ürünü olan database'de yazılım mühendisliği yaptı, son 12 yıldır da aynı ürünün AR-GE bölümünde yöneticilik ( VP, Database Data Warehousing Technologies) görevini yürütüyor.

Tuğrul Bingöl – 1995’te Hacettepe Üniversitesi, Bilgisayar Bilimleri ve Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Sonrasında üç yıl Koçbank bilgi işlem merkezinde çalıştı. 1998 yılında ABD'ye Rensselaer Polytechnic Institute'e bilgisayar bilimleri dalında yüksek lisans yapmak üzere geldi. 2000 yılında mezun olup Silicon Graphics şirketinde iki yıl çalıştı. 2002 yılından beri Oracle'da çalışıyor.

Cihangir Aba - Boğaziçi Endüstri Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra, sırasıyla Arçelik, Coretech ve Oracle Türkiye’de çalıştı. 2003 yılında ABD’ye geldi. Burada Oracle'in E-Business Suite adındaki ürün ailesinin EMEA pazarına sunumu, yaygınlaştırılması ve lokalizasyonu ile ilgili çalışmakta.

Gürşat Olgun - Bilkent Üniversite’sinde lisans, Stanford Üniversite’sinde yüksek lisans öğrenimini tamamladı. Asıl branşı elektrik mühendisliği, ancak şu anda bilgisayar mühendisliği yapmakta. 12 yıldır Oracle’da çalışıyor.

Zeynep Erengil Yürek - Kadıköy Anadolu Lisesi, Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği ve Boğaziçi MBA mezunu. Yapı ve Kredi Bankası'nda beş sene yazılım geliştirme konusunda çalıştı. Son sekiz senedir Oracle'da Product Management yapmakta.

Tolga Yürek - Boğaziçi Ünivesitesi Bilgisayar Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra UC Santa Barbara’da, aynı alanda yüksek lisansını tamamladı. 12 yıldır Oracle'da Server Technologies bölümünde (database), ve RAC grubunda yazılım mühendisi/software developer olarak çalışıyor.

Baki Yaşar - Anadolu Üniversitesi Elektrik/Elektronik Mühendisliği mezunu. 1994'te ABD'ye gelerek University Of Texas at Arlington'da Information Systems konusunda yüksek lisansını tamamladı. 11 yıl önce Oracle'da IT Analyst olarak işe başladı, şu anda IT grubunda direktör olarak çalışmakta.

Kaan Baloğlu - Boğaziçi Üniversitesi bilgisayar mühendisliği mezunu. Stanford Üniversitesi'nden aynı alanda yüksek lisans derecesini aldıktan sonra Oracle’a katılmış. Dört yıldır Oracle Database'inin veri saklama motoru (Data Storage Engine) üzerinde çalışıyor.
Haber ve Foto: Ayşe Önal Zamboğlu- San Fransisco